Tuesday, December 7, 2010


UÇURT'MA !!!
Siz kumbaranızda hüzünler biriktirdiniz
Vakit dalda sallanıp dururken akşamüstleri.
Gemiler ve yolcular bilirdiniz giden
Vazgeçen
Bir kadındınız üstelik saçlarında çocuklar gezinen.
Bahanelerden sözlerle,
Geceyi gündüzle aldattınız duraksız.
Siz ay ışığında kediler büyüttünüz;
Hırçın ve kavgacı.
Dilek ağaçlarına bir paçavra gibi astınız ömrünüzü.
Denizi yalnızlığa kıyı evinizde
Hevesler dizdiniz çatılarınıza.
Çizgiden kahramanlarınız vardı
Silgi tozlarıyla yok oldu.
Şimdi yıpranmış bir albüme bakar gibi
Zarifçe gülümsüyorsunuz dünlere
Hayallerinizi uç uça ekleyip
Kahverengi uçurtmalar salıyorsunuz göklere.
ÖZNUR YAMAN
3 Aralık 10

Sunday, July 25, 2010

UZUN SAÇLININ YERİ


Uzun saçlı adam
Anlat hadi bir şeyler
İnce belli bardağa koy demini almış vakitlerimi
Şairlerden konuşalım
Şiirlerden
İlle de Cemal Süreya’dan
İlle de 8.10 vapurundan.
Ben bu gece uykuyu alnından öpeyim.
Sen geceyi uykuya yatıya gönder.
Uzun saçlı adam;
Çık gel o denizin kenarından.
Kıyılarımız denk değil denizlerimize
Suları çekilmiş günlerimizin baksana
Konuş be adam
Avuçlarımız kimden kalmış böyle ter içinde!

Sunday, June 27, 2010

Dalga (Die Welle – The Wave)

Bir haftalik okul projesi icin otokrasi dersi alan bir sinif ogrenciye hoca otokrasinin anlamini sorar. Hepsi az cok birseyler soyler ve en sonunda otokrasinin bir cesit diktatorluk olduguna ve Hitler'in ve Nazi partisinin buna ornek gosterilebileceginde hemfikir olurlar. Siniftan bir ogrenci hocaya, dunyadan bir kere Naziler gecti bir daha ayni hatayi kimsenin tekrarlamayacagini soyler ve boyle gereksiz seyleri konusmaktansa dersi bosverip Bush yonetimini tartismayi teklif eder. Hocanin cevabi sert olur ve dersi islemeye devam edecegini soyler. Dersin ve sinifin kurallari konusulur vs vs. Yalniz ogrencilerin bilemedikleri bir sey vardir: artik bu bir haftalik dersin sonunda onlar bile kendilerini taniyamayacaklardir.

Film 2008 yapimi bir Alman filmi fakat gercek olay 1969 da Amerika'da yasanmis. Filmin anlatimi ve konusu cok iyi. Tabii ki olayi disaridan izleyenler olarak biz, nasil oluyora farkina varmiyorlar tum bunlarin diye dusunuyoruz. Sahiden ayni sey bizim de basimiza gelse (ki bazilarimizin gelmis de olabilir) nasil bu hale geldigimizin iplerin nerede koptugunun farkina ne zaman varirdik acaba?

Psikolojide kullanilan sosyal kimliksizlesme (depersonalizasyon) ve bireylik yitimi gibi kavramlar da bu yasananlarin aciklamasi olarak kullanilabilir. Filmi de izledikten sonra aklima gelen sey ne oldum dememeli ne olacagim demeli oldu ve her adimi atarken sonucunu iyi dusunerek, galeyana gelmeden atmali, yoksa ne yaptigimizin farkina vardigimizda cok gec olabilir.

Thursday, June 24, 2010

Soraya'yi taslamak (The Stoning of Soraya M.)

Hic dusundunuz mu zina yapmakla suclanan bir kadin masum oldugunu nasil kanitlar. Boyle bir suctan nasil aklanilir?

Iste Soraya'dan istedikleri de buydu. Evli ve (filmde goruldugu kadari ile) dort cocuk annesi ve sureli kocasi tarafindan asagilanan, fiziksel olarak istismar edilen bir kadindir Soraya. Birazcik para biriktirip kacma hayalleri kurar zalim kocasindan, kocasi 14 yasindaki henuz cocuk sayilabilecek bir kizla evlenme hayalleri kurarken. Kocasi Soraya'dan en ucuz sekilde kurtulmak ister ister ve onu zina yapmakla suclar cunku zinanin cezasi taslanarak oldurulmektir ve en ucuz bastan savma metodu budur kocasi Ali icin. Yasadikleri yer kucuk bir yer oldugu icin Ali hem sahitleri hem de Imam'i tehdit yolu ise satin alir. Plani tikir tikir islemektedir. Zaten boyle dedikodulara merakli olan kasaba halkini hemen galeyana getirir Soraya'ya zina suclamasi yaparak. Ayni gun icerisinde hem mahkeme gorulur hem de infaz gerceklesir. Iste o zaman Soraya'dan masum oldugunu kanitlamasi isterler. Cunku yasalara gore eger bir kadin zina ile suclaniyorsa masum oldugunu kanitlamasi gerekir, fakat bir kadin bir erkegi zina ile sucluyorsa o zaman yine kadinin erkegin suclu oldugunu kanitlamasi gerekir. Cark her zaman kadinlarin aleyhine isler. Ve bu devran boyle donerken yine kadinlar bu duruma hic ses cikarmaz hatta icten ice hakkettigini buldugunu dusunurler suclanan kadinin.

Film 1986 da Iran'da yasanan gercek bir olayi anlatmaktadir. Izlemesi cok zor ve uzucu bir filmdir bu yuzden. Ama izlerken sunlar da gelir insanin aklina: Kanunlari din adina ve dinden temel alarak koyduklarini iddia eden bu insanlar nasil oluyor da bu kadar sapabiliyorlar yoldan ve bu kadar tutucu olabiliyorlar? Nasil vicdansizca herseyi kendilerine yontabiliyorlar? Kadinlarin namusu ile erkeklerin namusu arasindaki bu daglar kadar fark neden kaynaklaniyor? Ve hic mi bilgili, alim bir insan yok ki “hayir siz yanlis yapiyorsunuz, kitapta yazan aslinda budur” demiyor?

Thursday, April 29, 2010

NEFES





içimden şiirler geçer bu gece

vapurlar geçer

penceresinden çocuk sarkan trenler geçer

bu gece askerler uğurlarım sevgili gibi otogarlardan

bu gece içimden uzun yol otobüsleri geçer

pazarda annesi tam kaybetmişken bulan çocuklar geçer

bayram sabahı telaşıyla anneler geçer

sabah ezanı ile bir ihtiyar geçer



içimden şiirler geçer

şairler geçer

aşk gibi birşey geçer

aşk desem değil

değil desem değil

içimden bir adam geçer.

Saturday, April 10, 2010

SYM-14

HIKAYENIN BASI

Thursday, April 8, 2010

SYM-13

Saturday, January 30, 2010

SYM-12

Monday, January 25, 2010

HAYDAR ERGÜLEN HAKKINDA SUÇ DUYURUSU!!!



Üç yanım kara benim bir yanım ıssız
Denizsiz, vapursuz, yolcusuz, susuz

Hakkınızda suç duyurusunda bulunuyorum sayın şair.
’40 şair misiniz ! 1 heves misiniz bilemiyorum ama derhal tutuklanmanızı istirham ediyorum. Artık bu kadarı da fazla! Şaşkın şaşkın bakmayınız rica ederim Siz de çok iyi biliyorsunuz ki işlediğiniz suçlar kitaplar dolusu.
Siz nasıl bir adamsınız sayın şair ‘arkasından bile konuşamıyorsunuz sevdiklerinizin’
Bunca kelimeye bunca anlam yüklemek niye? Nasıl ‘başlanır eski bir ayrılığa’ anlatın bize.
İlla ki sözlerin içinden ırmaklar geçmez sayın şair. Çocuk; yollardan nehirlerden kuşluk vakitlerinden değil bir anneden doğar inanmak zor olsa da…
İnsanın tenine akşam nasıl iner o akşamla bir çocuğun yüreğine peki?
Siz bize yasaklar koyamazsınız sayın şair:
‘özellikle yaz günleri
güneşi bir çiçek gibi yakalara iliştirmek
yasaklanmıştır’.
Kafam allak bullak sayın şair acıyın bana!
‘ağustos birkaç yerinden nasıl güneş alıyor Ya mayıs havalanınca ardı nasıl haziran oluyor.Dokunmayın artık geceye kapımıza düşen aya..
Yalvarıyorum içinizde bir kadın kırılmasın. Bırakın bize kalsın kadınlığımız, kırılganlığımız bir adamda bin kez un ufak olmuşluğumuz.
Bize kırık tebessümler göndermeyin artık…
Ah şair ‘bahçeler sarışın’ olmaz kimse öpemez alnından ayrılığı… Bir diş gibi ağrımaz insan, ömrünün bir yarısında baba bir yarısında oğul olmaz… Kimse kıskanmaz bir şehri sizden başka…
İçimde dolanıyorsunuz sayın şair derhal dışarı çıkın
‘kim bıraktıysa bu sessizliği göremiyorum hiçbir şey’
Sayın Şair orada mısınız?


‘Beni de ince bir vakte ayarla’ şair
Merak etme ‘içimde benden başka kimse yok bende olmasam’
‘Üstümde de yağmurdan başka bir şey yok’
‘Bir yağmurluğum bile olsa fark etmez’ ıslanırdım şiirlerinizle
Haklısınız sayın şair
‘Meğer hayat ateşli bir hastalıkmış’


ÖZNUR YAMAN

Ocak'10 Samsun

Sunday, January 10, 2010

Çocuğunuzun Ruhsal Eğitimi-David CARROLL


Harvard ve Columbia Üniversitelerinde eğitim görmüş eski bir öğretmen ve deneyimli bir yazar olan David CARROLL un bu kitabında çocuğunu daha insancıl ve yüksek değerlerde yetiştirmek isteyen ebeveynler için güzel bilgiler,tavsiyeler ve örnekler bulunuyor.Carroll, kitaptaki uygulamaların çocuğun içsel benliğinin gelişimine ve ruhsal potansiyelinin ortaya çıkmasına yardımcı olacağını söylüyor.

Kitap 5 ana bölümden oluşuyor. Çocuğunuzun Ruhsal Eğitimi başlıklı ilk bölümde; doğumdan sonaki ilk anlarda bebeğe nasıl davranmamız gerektiği ve neler yapmamız gerektiğiyle ilgili çok ilgi çekici ve gerekli bilgiler veriyor.Örneğin çocuğu iyi düşüncelerle sarmanın ne kadar önemli olduğuna dikkat çeken Carroll, kendisine anne-babalardan gelen 3 öneriyi kitabında aktarıyor.

1.Çok küçük bir çocuğun yanında olduğunuz zaman öfkeli veya dikkatsiz düşünceleri aklınıza getirmemeye çalışın.Yazar bazı anne babaların çocuklarının yanında hiç tartışmadıklarını söylüyor.En azından bebeklik döneminde bu yapılabilir.

2.Çocuğun sağlıklı ve güçlü olduğu imajını daima aklınızda tutunuz.(özellikle çocuk hasta olduğu veya karnı ağrıdığı zaman)

3. Bebeğin iyiliği için sessize dua etmeye özellikle özen gösteriniz.


İlk bölümde ayrıca Yeni Ayak Çocukları diye bahsettiği yürümeye yeni başlayan çocukların, bu hareketini ruhsal bir ders haline getirmeyi anlatıyor.İlk adımlarını atan çocuklar eğer teşvik görecek olursa, bedensel ve zihinsel dengeyi öğrenmiş olacaklarından, zerafet,kendine hakim olma, güven gibi özelliklerinin de gelişeceğinden bahsediliyor. Yine bu konuyla ilgili ilgimi çeken bir bölüm:

İnayet Han'dan: 'Çocuğun kalkıp yürüdüğü an, büyük bir heves ve ilgiyle izlenecek bir zamandır. Bu, güçlerin tezahür ettirildiği bir andır. Diyebiliriz ki, çocuğun hareketlerinde bir sembolizm mevcuttur. Eğer çocuk dostdoğru bir şeye giderse bu, tabiatının doğruluğunu gösterir. Eğer sendeliyorsa, bu da idare gücünün eksikliğini anlatmaktadır... Eğer çocuk koşarak belli bi ryere erişecek olursa, düşünmeden hareket eden maeracı biridir. Ancak yürümeye başlar başlamaz uygun bir ritmi benimseyerek istenen bir yere erişirse çok ümit verici bir çocuktur. Yürüyüş ritmiyle tek bir amacı olduğunu ve denge kurabileceğini göstermiştir.'

İlk bölümün devamında Çocuklar için oyunun kurallarından bahsediliyor. Çocukların en çok eğlenirken öğrendiğinden, onlara bir şey öğretirken tekrar etmek gerektiğinden ve buna ilave bir çok konuda örnekler vererek anlatıyor yazar.

Aktarmak istediğim diğer konu da çocuk gelişiminde hikayenin önemi. Yazar çocuğun içsel kulağına ulaşmak için hikayelerde sembolik ruhsal anlamların gizli olduğunu anlatıyor ve bazı örnekler veriyor:

*Kutsal bir maceraya atılan kadın veya erkek kahraman(İnsan ruhunun İlahi olana doğru yolculuğunu, özünü arayan insanın yüksek Ben'ine dönme çabasını temsil eder)

*Bir kuleye kapatılan ve kötü bir büyücü tarafından tutsak edilen prenses(maddenin içine tutsak olmuş kutsal ruh)

*Mistik ülkelere aniseyahatler(değiştirilmiş şuur halleri ve mistik tecrübeler)

*Kahramanlarına hedeflerine ulaşmalarında yardımcı olan sihirli hayvanlar ve ışıklı varlıklar(ruhlar,rehber ruhlar ve melekler)

*Periler, devler, cücelerin ortaya çıkışı( görünmeyen, astral alemde bulunan varlıklar)

*Sihirli sözcükler ve büyüsel nakaratlar(dualar ve mantralar); sihirli değnekler, yüzükler, kılıçlar, kitaplar, heykelcikler.(dinsel ayin objeleri, din kitapları, din kitaplarıve onları destekleyici objeler).

*Kötü krallar, kötülük dolu sihirbazlar, hain cadılar, güçlü büyücüler.

*İyi kral, her şeyi bağışlayan baba,güneş zafere ulaşan aslan.(Tanrı)


Bu konunun devamında ayrıca çocukların karşılaşacağı bütün kitapların, resim ve her basılı malzemenin, içeriğinde bir tür öğretici, ahlaki ve ruhsal mesaj taşıması gerektiği görüşünde.

Birinci bölümün son konusu da her şeyi zamanında, sırası geldiğinde aktarmak.Bunlardan biri de çocuğunuza varoluşu ve ölümü anlatmanın yolunun nasıl olacağı.Bununla alakalı güzel bir su-buz örneği var. O da şöyle:


Bu inancı anlaşılır biçimde göstermenin ilginç bir yolu su dolu bir kap içine buz parçaları koymaktır. Buzların insan yerine geçtiğini, suyun ise evrenin görünmeyen yaratıcı gücü olduğunu söyleyiniz. Bizler belli bir tanrısal süreçle saydam'görünmeyen' sudan geliyoruz, yani buza benziyoruz. Daha sonra, uzak bir tarihte, eriyip tekrar suya döneceğiz. Jenkins şöyle yazıyor: 'Biz görünmeyenden gelip görünür hale geçiyoruz. Buz eryip yeniden su olurken,ölüm dediğimiz sırada sadece sadece bedenlerimizi bırakıyoruz ve ruhlarımız Ruh'a geri dönüyor ya da görünmeyen dediğmize'

Bunlar sadece ilk bölümden bazı alıntılardı. Özellikle çocuğu olanların ilgisini çekeceğini ve faydalanacaklarını düşünüyorum.

Monday, January 4, 2010

KÖPRÜBASTI PARASI



Bu günlerde en çok konuşulan konulardan biri zamlar oldu. Özellikle de köprü ve otoyollara gelen zamlar çok konuşuluyor.

Karayolları Genel Müdürlüğü, otoyol ve boğaz köprülerinin geçiş ücretlerinin,yeniden düzenlendiği ve otoyol ve köprü geçiş ücretlerine ortalama yüzde 13.91 oranında artış yapıldığını bildirdi. Yeni düzenlemeye göre, otoyollarda otomobil için en yakın mesafe ücreti olan 1.25 TL, 1.50 TL'ye; en uzak mesafe ücreti olan 11.50 TL, 13.25 TL'ye çıkarıldı. Boğaz köprülerinde ise otomobiller için uygulanan 3.25 TL geçiş ücreti 3.75 TL olarak belirlendi.

Bu karardan tepkiler arttı ve Tüketiciler Birliği Genel Başkanı Nazım Kaya yapılan zamla ilgili yürütmenin durdurulması talebiyle dava açacağını bildirdi ve şunları söyledi:

''Bu zam, enflasyon artışına göre oldukça yüksek. Birlik olarak zamla ilgili yürütmeyi durdurma talebiyle İstanbul İdare Mahkemesi'nde dava açacağız. Daha önce benzer zamlarla ilgili açtığımız davalar, lehimize sonuçlandı. Bu davaları da mahkemeye delil olarak sunacağız. Biz vatandaşların köprü ve otoyolları kullandıktan sonra aldıkları belgeleri saklamalarını istiyoruz. Karar lehimize sonuçlanırsa aradaki farkı geri alabilirler.''

Dünyanın hiçbir yerinde var mıdır merak ediyorum.Aynı şehirde yola para vermek bence hiç akıllıca değil. Umarım bu itirazlar yerini bulur ve belki de aynı şehirde karşı kıyıya geçmek için para vermeyeceğimiz günler gelir.